
Uzun zaman sonra iyi bir kitap okumuş olmanın keyfi ile geldim. Ethan Kross tarafından yazılmış “GEVEZE” kitabının alt başlığı “Kafamızın İçindeki Dırdırcı Ses ve Onu Dizginlemenin Yolları”. Eminim bu başlık bile pek çoğumuza yakın hissettirmiştir.
Kitapta da bahsedildiğine göre, uyanık olduğumuz zamanın üçte biri ile yarısını şimdiki zamanda yaşamayarak geçiriyoruz. Dolayısıyla günün yarısını zihnimizde konuşan bir ses ile sohbet halinde geçirdiğimizi düşünmek yanlış olmayacaktır.
Peki bu ses bize ne anlatıyor, hangi tonda konuşuyor, bize kendimizi nasıl hissettiriyor? Koçluk yaptığım danışanlarımın çoğu ile konu dönüp dolaşıp bu iç sese de gelir. İç sesin bize söylediklerini veya bize hissettirdiklerini yönetmek elbette pek çoğumuzun amaçlarından.
Bu yüzden bu kitap, ilk gördüğümde ilgimi çekti. Okuduğuma da memnunum. Hem güzel örnekler verilmiş, hem de Türkçe çevirisi kaliteli şekilde yapılmış. Kitaptan altını çizdiğim bazı satırları sizlerle de paylaşacağım:
- Dırdırıcı iç ses aynı zamanda öfkemizi hak eden kişilere değil, başkalarına yöneltmemize de yol açıyor. Örneğin, patronumuz bizi kızdırdığında acısını çocuklarımızdan çıkarıyoruz.
- “Gelecekten bakma” olarak adlandırılan bir araçtan yani zihninizde geleceğe seyahat etmekten de faydalanabilirsiniz. Yapılan araştırmalar, zorlandıkları bir deneyim esnasında insanlara yarın değil de 10 yıl sonra bu deneyim hakkında neler hissedeceklerini sormanın olayı doğru bir perspektife yerleştirmelerine büyük ölçüde yardımcı olduğunu göstermiştir.
- Başka bir yöntem de kendinize adınızla ve 2. ya da 3. tekil şahısla hitap etmek yani duygusal bir mesafe yaratmak. Çünkü bunu yapmak aslında kendinizle konuşurken başkasıyla konuşuyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Örneğin, içinizden “Neden bugün iş arkadaşıma öyle bağırdım?” diye sormak yerine “Neden Ethan bugün iş arkadaşına öyle bağırdı?” diye sormak. Bu konuya benzer yapılan bir araştırmada, 1. gruptaki katılımcılar topluluk önünde yapacakları konuşma hakkında duydukları kaygı üzerine düşündüler ve düşünürken 1 tekil şahıs zamiri olan “ben”i kullandılar. 2. gruptakiler de aynı şeyi düşündüler fakat bunu yaparken birinci tekil şahıs zamiri dışındaki zamirleri kullandılar ve kendilerine adlarıyla hitap ettiler. Sonuçta tahmin ettiğimiz gibi öncesinde kendileriyle mesafeli iç konuşma yapan katılımcılar deneyime gömülerek iç konuşma yapanlara kıyasla daha az çekingenlik ve utanma hissettiklerini bildirdiler. Ayrıca yaptıkları konuşmanın videolarını izleyen dinleyiciler de mesafeli iç konuşma yapan gruptakilerin daha iyi performans gösterdiklerini düşünüyorlardı.
- Dırdırıcı iç sesi durdurmanın yöntemlerinden bir diğeri de doğaya dönmek. Ming Kuo ve ekibi, elde ettikleri verileri analiz ettiklerinde yeşil manzaralara bakan dairelerde oturan kiracıların beton manzaralara bakan kiracılara kıyasla dikkatlerini toplamakta çok daha iyi olduklarını gördüler. Ayrıca zor kararları vermek konusunda daha az ertelemeci davranıyor ve önlerine çıkan engelleri daha aşılabilir görüyorlardı. Başka bir deyişle, davranışları daha olumluydu, daha soğukkanlı ve engelleri aşmaya odaklı düşünüyorlardı. Başka bir araştırmada İngiltere’de 10.000’den fazla kişi üzerinde 18 yıl boyunca yapılan bir çalışma, şehirlerde yeşil alanların daha fazla bulunduğu yerlerde yaşayan insanların stres düzeylerinin daha düşük, sağlık durumlarının daha iyi olduğunu ortaya koydu. Özetle, içimizde kendimizle yaptığımız konuşmalar gündelik hayatımızda zaman geçirdiğimiz fiziksel mekanlardan etkileniyor olabilir Eğer fiziksel çevremizle ilişkimizi akıllıca düzenlersek iç sesimizi kontrol etmek için fiziksel çevreden de yardım alabiliriz. Yılın hangi döneminde olursa olsun doğa yürüyüşü dikkat performansı üzerinde sokak yürüyüşünden daha olumlu bir etki yaratıyor. 900 binden fazla kişi üzerinde yapılan ve uydu görüntülerinin kullanıldığı bir çalışmada, yeşil alanlara uzak büyüyen çocukların yetişkinliklerinde depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar yaşama olasılıklarının %15 ile %55 arasında daha fazla olduğu görüldü.
İnsana iyi gelen bu “yumuşak büyülenme”yi yaratan görsel öğelere ulaşmanın tek yolu fiziksel olarak doğanın içinde bulunmak değil. Fotoğraflar ya da video aracılığıyla doğaya dolaylı yoldan maruz kalmak da dikkat kaynaklarımızı yeniliyor. Bu da doğa manzarası fotoğraflarına ya da videolarına bakarak doğayı ve onun çok çeşitli faydalarını şehirdeki çevrenize taşıyabileceğiniz anlamına geliyor. İnanması güç ama insan zihni sanal doğayı da doğadan sayıyor. Hatta en çok yeşillik içeren videoyu izleyen katılımcıların topluluk karşısında konuşma stresiyle başa çıkma becerilerinin ağaçsız videoyu izleyenlerinkinden %60 daha fazla bulunduğunu gösteren bir araştırma da var.
Kitapta altını çizdiğim tüm satırları paylaşmayacağım. Böylece sizler de okurken benim aldığım kadar keyif alabilirsiniz. 🙂 Kitabı okuduktan sonra yorumlarınızı benimle de paylaşmayı unutmayın. Bu arada eğer henüz takipte değilseniz günlük paylaşımlarımı Linkedin’de okumak için buradan takip edebilirsiniz.