Bugün sizlere hayatının ilk 24 yılı boyunca annesi tarafından karpuzun bile çekirdekleri ayıklanarak önüne koyulan kızın dramını anlatacağım. (Annecim, şu anda bunu okuyorsan “dram” sözcüğüne takılma lütfen, seni seviyorum öptüm by:))
Babası asker, annesi de 3/4 asker olan bir çocuğum. (3/4 de şöyle oluyor: Rahmetli dedem subaymış, annem de 20 küsur sene Silahlı Kuvvetler’de çalıştı, e bi de eşi subay…) Disiplin ortamını siz düşünün artık. Her sabah saat 6’da içtima falan… ( :p )
Aslında dramın başladığı nokta küçük Selin’in şımarıklıklarıymış. Kardeş istemem de istemem diye yırtınan “bütün dünya benim olsun” kafalarında bir çocuktu çünkü. Öte yandan çok yalnızdı ama yalnızlığıyla da mutluydu. 5,5 yaşındayken “ben kreşe gitmek istemiyorum evde yalnız kalmak istiyorum” diyen bir çocuk, zira kreşteyken sıkılıyor ama yalnızken sıkılmıyor. 4 kişilik okeyden 10 kartlık tombalaya kadar pek çok “grup oyunu” ile tek başına oynayabilen tuhaf haller. İyi yani sonuçta şizofren olmamışsam tamamen şans eseridir… Her neyse, anne-baba biricik çocuklarını kırmıyor ve başka çocuk sahibi olmuyorlar.
Böyle olunca Selin “tek kardeş” (tek kardeş diye bir kavram olmamalı, matematiksel ve gramatik açıdan doğru değil, kardeş varsa tek nasıl olacak, tekse kimin kardeşi gibi dilemmalar…) yani tek çocuk olarak hayatına devam ediyor. Karpuzun çekirdeği meselesinin de esas sebebinin bu olduğuna inanırlar hep… İK hocalarımdan Erkan Çiftçi iş görüşmelerinde adaya ailevi sorular sorulmasının sebebini şöyle açıklamıştı derste: “örneğin babası askerse iyidir, disiplinli çalışır. Ama mesela tek çocuksa şımarıktır beklentileri yüksektir.” O an aklımdan geçenler “hmm demek ki ben disiplinli bir şımarığım” (huysuz ve tatlı kadın misali çift karakterlilik örneği. hayır hala şizofren değilim.)
Üniversitedeyken de hep ailemin yanındaydım, “hava karardı mı eve dön”den hallice yaşadık hep, eve geldiğimde de etrafımda dört dönen annemle babam elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmadıkları gibi üzerine nivea kremlerle iyice nemlendirdiler ki yumuşacık olsun… (Bunları anlatıyorum ki context bilinsin, durumun geçmişi, arka planı açık olsun, böylece birazdan anlatacağım kısım daha belirgin olacak çünkü.)
Bu arada da ben genellikle durumun vahametinin ve muhtemel sonuçların farkındaydım ve kendimi paralıyordum “ben kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenemicem böyle giderse” korkusuyla. Rahat batmış demek ki… Velhasılı kariyer sevdasıyla, biraz da kendi ayaklarım üzerinde durma fırsatını yakalamışken kalkıp Alamanyalara geldim bundan 4,5 ay önce. İyi ki de gelmişim, yoksa yaşıtlarımın muhtemelen yıllaaaar önce fark ettiği şu durumu ben daha da uzunca bi süre göremeyecektim:
Hayat çamaşırdı, temizlikti, yemekti, market alışverişiydi derken geçip gidiyormuş arkadaş! Ne çok vakit alan aktivitelermiş meğerse bunlar. Ve en kötüsü de bunun bir kısır döngü olması… Temizlik yapıyorsun, çamaşırları yıkıyorsun, alışveriş yapıyorsun, yemek yapıyorsun, sonra ev yine kirleniyor, çamaşırlar kirleniyor, evdeki yiyecekler bitiyor, yemekler tükeniyor, haydi baştaaaan…
Buraya kadar elbette kendi hayatımı anlatmak için yazmadım, yukarıda yazdığı gibi İK ve iş hayatı blogu bu. 🙂
Maaşlı bir işi olmayan, evli/bekar, çocuklu/çocuksuz “iş”i evde oturmak olan kadınlar için üretilmiş “ev hanımı” mesleği üzerinde durmak istiyorum. İnsan kaynaklarının konusu sadece profesyonel plaza insanları olmamalı bana kalırsa. Bir form doldururken “meslek” kısmına yazılabilecek kadar meslekse, bizi de ilgilendirmeli. Ve plaza profesyonellerinin olduğu kadar ev hanımlarının da mutluluğu önemsenmeli. Yukarıda anlattığım ve yüzüme tokat misali gerçekleri vuran kısır döngüyü fark ettiğim gün asıl ev hanımları için endişelendim.
Bir düşünün, yaptığınız her şey bir süre sonra yok oluyor! Yemek yap, yensin; temizle, kirletilsin; yıka, kirlensin; alışveriş yap, tüketilsin… Geriye ne kalıyor? Hiçbir şey! Ve insan doğası gereği başarılarıyla övünme ihtiyacı duyarken ev hanımları tam yaptığı yeni bir çeşit yemekle övünecekken hoop yemek bitivermiş. Evet bir kısmı çok güzel çocuklar yetiştiriyor, çok başarılı birçok kişinin başarısında ev hanımı olan annesinin çok büyük payı vardır ancak sosyolojik açıdan yaklaşmak zorundayım ki o başarının yüzde kaçının anneye ait olduğu bilinememekle beraber muhtemelen %50’den azdır. O halde bu da ev hanımının övünebileceği bir başarısı değildir.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre her bireyin saygı duyulmaya ve kendini gerçekleştirmeye ihtiyacı vardır. Bir ev hanımı da tüm gün ailesi için çaba harcarken akşam olunca eve gelen dertli ve yorgun eşler ile çocuklardan beklediği saygı/sevgi/ilgi görülemez, üzerine genelde bir de “sen zaten bütün gün rahat evde oturuyorsun oooh mis” yaklaşımında olunur. (Yok valla ben gördüm; evin derdi bitmiyor ayol, daha 2 dakka oturmadım bak :))
Dolayısıyla profesyonel bir mesleği olmayan, kalıcı da bir üretimi olmayan ev hanımlarının ortaya koyabilecekleri, hem kendilerinin hem başkalarının görüp saygı/ilgi ihtiyacını karşılayabileceği bir ortama ihtiyaçları vardır. Bana göre, örgü ören hanımların sayısı her geçen gün azalsa da bu eşsiz bir hobidir bu açıdan. Ürettiklerini çoluk çocuk giyer, evin her yerine örter, kullanır bir şekilde ve kalıcı üretim tamamlanmış olur. Bunun gibi pek çok hobi bulunabilir. Annem de emekli olduktan birkaç yıl sonra takı tasarımına merak salmıştı mesela, iyi yapmış, aksi halde 20 yıllık iş temposundan sonra eve bağlanınca depresyona girmesi kaçınılmazmış. Ahşap boyama örneğin, oldukça verimli bir başka hobi olabilir.
Velhasılı, eve kapanıp kalan eşlerinizle, annelerinizle, kardeşlerinizle ilgilenin. Maslow’un hiyerarşi tablosunu tamamlamalarına yardımcı olun, bir hobi edinmeleri konusunda destekleyin, aksi takdirde o kısır döngü içinde boğulup kalmaları işten bile değil.
28 Şubat 2013, 14:18
Ev hanımlarının yaptıkları işler hiç de azımsanacak gibi değil elbette ama sizin kendi anneniz gibi 20 yıl iş ortamında olup da ikisini birden yapan kadınlar asıl madalyayı hak ediyor bence.
01 Mart 2013, 00:15
Dolunay Hanım,
Bu konuda size katılmamak elde değil. Aynı anda hem evi hem işi hem de çocuları idare edebilen kadınlar kesinlikle çok daha derin ele alınması gereken önemde bir konu bana kalırsa. İlgileniyorsanız, bu sebeple daha önce paylaşmış olduğum https://selinyetimoglu.com/calisan-annenin-dilemmasi/ yazımı da okumanızı isterim.
Nasıl bir güç ve enerji ile tüm bunların aynı anda gerçekleştirilebildiğini de henüz çözebilmiş değilim. 🙂