Algida, Axe, Becel, Cif, Clear, Domestos, Dove, Elidor, Knorr, Komili, Lipton, Lux, Omo, Rexona, Rinso, Sana, Signal, Yumoş… Her birinin aynı firmanın ürünü olduğunu, her birini ilk öğrendiğimde şaşırmaktan bir süre sonra yorulduğum günleri hatırlıyorum. Bir de bizim okulda herkesin hayalinin bir gün orada çalışmak olduğunu…
Tarihçesine bakacak olursanız, 1930 yılında Hollandalı margarin üreticisi Margarine Unie ile İngiliz sabun üreticisi Lever Brothers’ın birleşmesiyle oluşan Unilever, bugün dünyanın en büyük tüketici ürünleri şirketlerinden biri haline gelmiş durumda. Milyonlarca insanı peşinden sürükleyebiliyor olmasının sebebi elbette yalnızca “büyük”lük olamaz.
Yolu bir kez oraya düşmüş herkes size aynısını söyleyecektir: Unilever “okul” şirketlerden biri zira genelde yeni mezun, en fazla 3 yıl tecrübesi olan kişileri alıp yetiştirme yoluna gidiyorlar. Şimdiye kadar orada mutlu olmayana da rastlamadım. “Mutlaka bir şey olmalı, kimse mükemmel değildir” diyerek araştırmaya başladım, sonucunda da bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Araştırmam mı? Hayır, bulamadım kötü bir yorum ya da paylaşım.
Herkes mi bu kadar mutlu olur arkadaş?!! Ya da Unilever de, hakkındaki kötü yorumları tarihin tozlu sayfalarına geçmeden sildirten markalardan biridir, bilemiyorum…
Orada çalışma hayali… Yalnız değilim biliyorum.
Örneğin, kimya mühendisiyseniz ve özel sektör hedefliyorsanız kuvvetle muhtemel hayaliniz Unilever’dir! Boğaziçi’ndeyken bir case study’lerine katılmıştım. HR departmanı o sene case düzenlemiyordu, mecburen Ar-Ge departmanındakine katılmıştım ve Unilever İK’cılarıyla ve orada çalışanlarla geçirdiğim o yarım günün sonunda ben de o Unilever hayranlarından birine dönüşmüştüm. Hem de hiç alakam olmayan Elidor şampuanlarındaki kimyasal maddeler ve şişeleme yöntemleri üzerine onlarca Kimya öğrencisi ile hiç anlamadığım bir vaka çalışması gerçekleştirmişken… 🙂 Artık büyü mü yaptılar, nedir… 🙂
Daha önce de mülakatlarına gitmeden önce araştırmıştım biraz, ancak o zaman henüz şu blogları yayında değildi, özellikle “Neden Unilever?” yazısı da benim gibi konuyla ilgilenenlerin hevesini artıracak türde keyifli bir yazı olmuş. 🙂
Her zaman diyorum ya, “iş görüşmesine gitmeden önce o kurumun ıncığını cıncığını araştır, bul, ezberle öyle git mutlaka!” diye, Unilever’e görüşmeye gideceklere özet olsun bu yazı istedim, özellikle de İnsan Kaynakları adaylarına…
Yeri gelmişken işe alım sürecinden de bahsetmek gerek pek tabii ki. Unilever’in başvuru sistemi pek çok şirketten daha farklı. Sadece başvuru için bile saatlerinizi, hatta günlerinizi ayırmanız gerekiyor. Sorular pek yorucu, pek düşündürücü. Genelde örnek olaylarla kendinizi anlatmanızı sağlayan sorular, “Okul hayatınızdaki en önemli 3 başarınız neydi, size ne kattı?” gibi. Tam olarak kaç adet böyle soru vardı hatırlamıyorum ancak başvurunun bir de İngilizce yapılıyor olduğunu göz önünde bulundurarak en az bir 4 saatinizi ayırmanızı önerebilirim.
İşe alım sürecinin ilk aşaması bu başvuru formu oluyor. Eğer ilk aşamayı geçerseniz bir telefon mülakatı gerçekleşiyor ve sonrasında birebir mülakat sürecine geçiş yapılıyor. (Bu arada, bu anlattığım süreç benim katıldığım MT adayı sürecidir.) Birebir mülakat Unilever’in dünyanın öteki ucundaki ancak çok şık ve rahat ofisinde yapılıyor. Benim katıldığım mülakatta iki görüşmeci vardı: biri soruları sorup benimle görüşmeyi yürütüyorken diğeri sadece not alıyordu. Sorularsa yine başvuru formundakilerle aynı tazrdaydı, sizden kendinizi direkt örnek olaylarla anlatmanız bekleniyor. Aslında en mantıklısı ve dünya genelinde gittikçe yaygınlaşan yöntem de bu zaten, Unilever’inse özellikle İK alanında öncülük ettiği pek çok yenilikten sonra şaşırdım mı? Hayır! 🙂
Ne gibi yeniliklere öncülük ettiği konusunda da bir parantez açalım yeri gelmişken:
- Personel yönetiminden “İnsan Kaynakları”na geçişin ilk adımları Unilever’de atılmıştı taaa bundan yıllar önce elbette.
- Unilever’in geleceği yönetenlerden biri olduğu, geleceği bugüne taşıdığı sadece 2008’de yapılan şu röportaj‘da bahsi geçen Y kuşağı kavramından bile anlaşılabilir. Zira 2008’de bu kuşak kavramları hakkında konuşan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaydı.
- İK’da partnerlik (iş ortaklığı) kavramı da yine Unilever sayesinde böyle yaygınlaştı. Unilever’de HRBP denilen şirketin İnsan Kaynakları iş ortakları var. Benimle mülakat yapan İK’cılar da 4’e bölünmüş İK departmanının hangi bölümünde “partner” olduklarını söyleyerek tanıtmışlardı kendilerini.
Bakalım İnsan Kaynaklarından Sorumlu Başkan Yardımcısı unvanıyla 2009’da Hollanda’dan atanan Lennard Boogaard İş’te İnsan‘a ne demiş konu hakkında:
“İK iş ortaklarımız, bölümlerde ihtiyaç duyulan profilleri işe almak için birebir görüşmeler yapmayacak. Bunun yerine her iş ortağı, sorumlu olduğu bölüm müdürünün danışmanlığını yapacak. O bölüm nereye gitmek istiyor, neler hedefliyorsa bunun için gerekli olan eleman profilini belirlemesinde yöneticiye yol gösterecek. Metodları öğretecek. Mülakatta nelere dikkat edilmesi gerektiğini, o profildeki bir elemanı nasıl ayrıştırabileceklerini gösterecek. Sonrasında o yönetici danışmanlık firmasıyla alım sürecini devam ettirecek. Biz dışarıdan destek verebiliriz. Onlarla bisiklete binmiyoruz, bisikleti kullanmayı öğretiyoruz.”
Bu değişim, İnsan Kaynakları departmanının şirket içinde daha butik hizmet vermesi şeklinde özetlenebilir aslında. Ve bence kesinlikle İK’nın iş yükünü azaltıp departmanı da aynı zamanda daha değerli konuma getirecek bir hamle.
İşe alım süreci konusuna geri dönmek gerekirse; bu birebir mülakatı geçen adaylar Selection Board olarak adlandırılan son aşamaya geliyorlar. (Ben o kısmı göremedim, görenlerin yalancısıyım :)) Bu aşamada adayın bile kendini değerli hissettiğini söylerler. Tam 1 gün süren bu aşamada ilgili departman yöneticileri ve bazı üst düzey yöneticiler o tüm günü sadece bu işe ayırıyorlar. İşte adayın kendini değerli hissetmesinin sebebi bana kalırsa tam da bu! Case study’ler yani vaka analizleriyle geçen bu günün sonrasında artık süreç sona eriyor ve zayıf halkalar gidiyor, yeni Unileverli kalıyor…
Orada çalışabilmek için gerçekten “farklı” olmanız gerekiyor, potansiyelinizi göstermeniz gerekiyor, sosyallik konusunda “aşmış” olduğunuzu fark ettirmeniz, İngilizceyi çok iyi konuşabiliyor olmanız gerekiyor. Zira Unilever’de çalışmak demek sürekli expat’larla çalışmak, yurtdışı ile yazışmalar yürütmek ve büyük olasılıkla bir gün farklı bir ülkede expat olarak çalışmak demek. Ki bu da aslında pek çok kişinin Unilever’i hedeflemesinin temel sebeplerinden biri.
Şunları yazdıktan sonra resmen canım çekti, ben de bir daha mı başvursam diye düşünmüyor değilim. 🙂
01 Nisan 2013, 17:47
Çok güzel, çok faydalı bir yazı olmuş. Aklına, klavyene sağlık. 🙂
Unilever ve P&G başta olmak üzere yani FMCG sektörü şirketleri, 20. yüzyıl boyunca İK uygulamalarında trend setter. 21. yüzyılda her ne kadar bu postu bilişim sektörüne kaptırmış olsalar da, her konuda çok başarılılar.
Unilever’in bir diğer yeni açılımı hemen hemen bütün İK süreçlerini outsource etmesi. Bu konuda da yazı bekliyorum artık 🙂
01 Nisan 2013, 17:53
İpek Hanım,
Beğenmeniz beni çok mutlu etti, teşekkürler yorumunuz ve katkınız için.
O halde en kısa zamanda o konuyla ilgili de bilgi edinip paylaşırım. 🙂
Teşekkürler
Saygılarımla.
03 Nisan 2013, 13:34
Linkedin’de gelen bir yorum üzerine Mehmet Bey ile olan sohbetimizi paylaşmak istiyorum:
Mehmet Gokhan Alyuruk
• Aynen katılıyorum. 1986 yılında Almanya’da Mannheim şehrindeki işletmelerinde üniversite danışma kurulu üyesi olarak “şirket sosyalizasyonu” konulu danışmanlık hizmeti vermiştik. 2 ay çalışmıştım. “İnsanlara kendilerini iyi hissetmeleri, iyi görünmeleri ve yaşamdan daha fazlasına sahip olmaları için yardımcı oluyoruz” şeklindeki mottolarının da ötesinde bir uygulama anlayışına sahiptiler. Her yönden bu denli mutlu çalışanları olan çok nadir şirketlerdendir. Sistem son derece doğal işlemekte, çalışanlar arası ilişkiler üst seviyededir. Yapılan işe karşılık ödedikleri ücretler ve sağladıkları sosyal haklar beni çok şaşırtmıştı, hala öyle mi bilemiyorum? Yanlış hatırlamıyorsam, Almanya’da Sürdürülebilirlik alanında “en sürdürülebilir gelecek stratejisi” 2012 yılı ödülünü kazanmışlardı. Yazınızı okuyunca “nostalji yaşadım.” Ülkemizde de böyle şirketlerin sayısının artmasını dilerim.
Selam ve saygı ile.
———-
Selin Yetimoğlu
• Mehmet Bey,
Değerli yorumunuz için teşekkürler. Bahsetmediğim noktalara değinerek sağladığınız katkıyı blog okuyucularımla da paylaşabilmek adına müsaadeniz olursa bu yorumunuzu bloguma taşımak isterim.
Maaş skalasının eskiye nazaran daha “normal” olduğu söyleniyor. Belki de süreç içerisinde diğer şirketlerin skalalarındaki artış sebebiyle algı bu yönde değişmiştir.
Saygılarımla.
——-
Mehmet Gokhan Alyuruk
• Tabii ki alabilirsiniz.
20 Ocak 2017, 09:01
Maalesef, artık maaş getirisi sebebiyle tercih edilmez oldu…
23 Ocak 2016, 17:04
Mrb anlatiminiz ve yorumlaruniz icin cok tesekkurederim…Size ve direk duygularımı ifade etmek istiyorum…bende unileverde çalışmak istiyorum yardımcı olabilecek yada bana yol gosterecek biri Varmi…05464655364…saygilar
26 Mart 2017, 23:02
Merhaba Arkadaşlar,
Unilever’in 2007 yılında uygulamaya koyduğu maaş esaslarına göre şirkette çalışmaya başlayan biri maaş olarak çalışmaya başladığı pozisyonun %80 ini alarak işe başlıyor ve maksimumda aynı pozisyon için nekadar çalışsanda maaş olarak %15 fazlasını alabiliyor, evet biraz kafa karışcı gibi ancak hesap aynı pozisyonda 4 yıldan fazla çalışırsan ister 10 ister 20 istersen 30 4.yıldaki maaşı alırsın komik değil mi biz ingilterede olsak sıkıntı yok çünkü adamlarda enflasyon yok ancak biz Türkiyedeyiz ve enflasyon her yıl paramızı değersizleştirir sizlere şirin gelen HR bunu bilir ancak malesef ölü köpek taklidi yapar bu arada son 10 yıldaki maaş artış ortalaması %3,4 eğer her yıl terfi edemezseniz her yıl enflasyonun altında maaş alırsınız her yıl terfi ettiğinizi düşünelim bu imkansız ama 5 yılda oda biter sonra ne yapacaksın artık günümüzde bir çalışan 30 yıl çalışmak zorunda ise kalan 25 yıl enflasyonun çok altında artışlar alıp kafayı yer.
Kısaca arkadaşlar Unilever size gösterilen o pembe tablo değil seni sabah 8:30 da çalışmaya başlatır akşam 22:30 a kadar bu çalışma temposunu devam ettirir o hoş konuşmaları yapan HR ekinini bir işe girerken birde işten çıkarken görürsün.
Şirket mutsuz insanlar ile dolu herkesin maaşı enflasyon altında her yıl eriyor bu insanlar nasıl mutlu olabilsin zaten o şirin HR departmanıda buna 3 maymunu oynayarak bakar onlar sadece universitelere gidip zavallı insanları bulup kandırırlar. Arkadaşlar lütfen kanmayın Ünilever’in son 10 yıldaki değişiminin hikayesi bu ve tamamen gerçek çalışanlar hep aynı şeyi söyleyecektir, tabi 10 yıldan fazladır Unilever’de çalışıp değişimi biliyorsa:)