Bundan yaklaşık 1 sene önce çalışmayı çok istediğim Alman bir firmanın mülakatına davet edilmiştim. Mülakat panel usulüydü (yani karşımda birden fazla görüşmeci vardı ve soru bombardımanına tutuluyordum) ve haliyle aday olarak bir hayli gergindim. Firmanın İK Direktörü olan hanımefendi bildiğim iletişim yöntemleriyle ilgili bir soru sordu, ben de cevap olarak sıraladım birkaç tanesini isimleriyle: “Şu yöntemi, bu yöntemi var, bir de örgü metodu var tabii”. O anki stresle ve ardı ardına gelen sorularla dolu 1 saatlik mülakatın son sorularından olması sebebiyle yorgunlukla düşünmeden cevaplamıştım. Örgü Metodu ismini o anda resmen ben uydurmuştum ve hemen ardından korktuğum başıma geldi, soruyu soran görüşmeci “Diğerlerini duymuştum ancak Örgü Metodu’nu bilmiyorum, biraz açar mısınız?” diye sordu. Daha fazla uyduracak enerjim kalmadığından olacak, “O da bir önceki metoda benziyor” gibi bir cevapla geçiştirdim ve mülakattan çıktığımda karar verdim; o uydurduğum ismin içeriğini ben oluşturacaktım, ki sonrasında oluşturdum da. Bu kısma biraz sonra geleceğim. Öncesinde Temsil Sistemleri’nden kısaca bahsetmeliyim sanırım.
NLP felsefesinden doğan çeşitli düşünme ve düşünceleri yönlendirme yöntemi vardır. Bu felsefeye göre, bazı insanlar düşünürken ve olayları algılarken değişik temsil sistemlerini kullanırlar. Kimileri olayların görsel yanını daha fazla algılarken, kimileri seslere odaklanır, kimileri de duydukları hislere ve duygulara ağırlık verirler. Genelde Görme, İşitme ve Dokunma duyularımızdan birini daha aktif kullanarak iç temsil sistemlerimizi oluştururuz ve bu sistemi tamamen bilinçssiz şekilde kurarız. Hangi temsil sistemini ağırlıklı olarak kullanıyorsak o sistem düşünmemizi, algılamamızı ve davranışlarımızı oluşturmada yönümüzü belirlemektedir. Bunun sonucunda da “tercih edilen temsil sistemi”mizi belirlemiş oluruz. İyi kullanırsak, bu felsefenin iş hayatında bize çok büyük katkıları olabilir.
Görme duyusunu tercih edilen temsil sistemi haline getirmiş kişilere “Görsel temsil sistemine sahip kişiler” diyoruz. Bu kişileri etkilemek gibi bir amacınız varsa görsel güzelliklere önem vermelisiniz. Örneğin görsel temsil sistemine sahip kişilerin çoğunlukta olduğu bir gruba sunum yapacaksanız, sunumunuzun içeriğinde renkli ve ilgi çekici unsurlara yer vermelisiniz. Ya da yöneticisi olduğunuz departmandakiler çoğunlukla görsellerden oluşuyorsa ofis duvarlarındaki rengarenk post-it’ler sizi rahatsız etmiyor olmalı.
İşitsel temsil sistemine sahip kişileri ise onlarla sohbet ederek, daldan dala atlayarak anlattıkları konuları ilgiyle dinleyerek etkileyebilirsiniz. Bunun yanında ses tonunuz ve ahenkli konuşup konuşmadığınız da onun için oldukça önemlidir, sizi dinlemekten keyif almıyorsa iletişim kurmanız oldukça güçleşecektir. Kabul etmesini istediğiniz bir öneride bulunacaksanız ya çok sessiz bir ortamda olduğunuzdan emin olmalısınız ya da onu sevdiği müziğin kısık seste çalındığı bir mekana götürmelisiniz.
Algı sistemi dokunmak üzerine kurulu olan dokunsal temsil sistemine sahip kişileri ise ancak onları rahat ettirerek etkileyebilirsiniz. Örneğin, koltukların rahatsız olduğu bir toplantı salonunda ağzınızla kuş tutsanız yine de ona yaranamazsınız, dikkatini uzun süre üzerinizde tutamazsınız. Kendi doğrusu öncelikli olan bu tür kişilere yeni bir şey öğretmek istiyorsak yazarak çizerek öğrendiğini unutmamalıyız. O kaleme dokunmalı, kendi elinden çıkan harfleri şekilleri hissetmeli ki sizin tarafınıza geçsin.
Kişilerin hangi temsil sistemine sahip olduğunu nasıl anlayabileceğimizi bir başka yazının konusu olarak erteleyip, yazımın başında bahsettiğim Örgü Metodu’na geliyorum artık. Temsil sistemlerini iletişimimizi güçlendirmek için bireysel olarak kullanabiliriz evet. Karşımızdaki kişi görselse örneğin, nasıl davranacağımızı biliyoruz. Fakat, ya karşımızda üç farklı temsil sistemine sahip kişi oturuyorsa o zaman ne yapacağız? Bunun için biraz daha uzun süreli bir çalışma süreci gerekiyor. Herkes görme, işitme, dokunma, tatma ve koklama duyularını kullanır ancak sadece birisi ağır bastığı için temsil sistemleri ortaya çıkar. Sabah saatlerinde hepimizin görsel tarafı daha ağır basar, öğlen işitsel, akşamsa dokunsallığa daha yakın oluruz. Örneğin, görsel bir sunum yapacaksak sabah saatine, tartışmalı toplantıyı öğle vaktine, romantik yemeği de akşama organize etmeye çalışmalıyız.
Eğer siz tüm bu duyularınızı eşit ölçüde geliştirir, çoğunlukta olan bu 3 gruba da eşit uzaklıkta olabilirseniz o zaman iletişim kuramayacağınız kimse kalmaz. Yani nasıl ki saç örgüsü yaparken eşit miktarda 3 saç tutamı alıyor ve üçünü sırayla birbirine doluyorsak, görsel, işitsel ve dokunsal temsil sistemlerimizi de birbirine bağlayarak yepyeni bir karışım ortaya çıkarabiliriz. Bu şekilde ortak temsil sistemlerine ve metaprogramlara sahip olduğumuz herkesle iletişim kurmanın yolunu kolaylıkla bulabilir ve hem dış hem de iç uyarılara her halimizle duyarlı hale geliriz.
01 Ağustos 2012, 10:27
Merhaba Selin hanım,
Kazanan Yalnızdır kitap talihlisi olarak sizi tebrik ederim.
Kişilerin hangi temsil sistemine sahip olduğunu nasıl anlayabileceğimiz konusundaki yazınızı da merekla bekliyoruz.
Emeğinize sağlık çok güzel bir paylaşım hazırlamışsınız,örgü metodu;
yani üç temsil sistemi yatkınlığını da belli ölçülerde göz önünde bulunduran bütünsel bir yaklaşım.Çok katılıyorum
bu tespitinize.
Sağlık ve başarılarınızın devamı temennilerimle.
01 Ağustos 2012, 10:29
Bu yazınızı da büyük bir zevkle okuduğumu ilk önce belirtmek istiyorum. Özgün fikirlerinizle İK alanına kattığınız bilgiler için teşekkür ediyorum. Başarılar. 🙂