Yıllar önce, Sait Faik Abasıyanık’ın bir sözünden bahsetmişti bir arkadaşım, üstad yazma sebebini açıklamak için söylemiş: “Yazmasaydım ölürdüm”.
Yaklaşık 5 aydır bu blogta genellikle İnsan Kaynakları, en temelde ise iş hayatı hakkındaki fikirlerimi, vakit ayırmanın değeceğini düşünüp okuyanlarla paylaşıyorum. Yazmasaydım ölür müydüm? O kadar dolu olduğumu sanmıyorum, ama yazdıkça aldığım yorumlardan, tepkilerden sonra iyi ki yazmışım diyorum. Kendi içime dönüp kendi tepkilerime baktığımdaysa “iyi ki yazmaya başlamışım” diyorum. Hani derler ya bazen, “ağlarsan açılırsın”, bende geçerli olan versiyonu “yazarsan açılırsın”mış.
Biraz İnsan Kaynakları’nın o kadar da sevilmeyecek bir departman olmadığını anlatmak için tam olarak neler yaptığımızdan ve bunları neden yaptığımızdan bahsediyorum. Bir İK blogunun olmazsa olmazı olan iş başvuru süreçleriyle ilgili adaylara faydası olacağına inandığım ipuçlarını paylaşıyorum. Kariyer planlama konusunda benim de geçtiğim yollardaki “sudan çıkmış balık” misali öğrencilere ve yeni mezunlara naçizane tavsiyelerde bulunuyorum.
Ancak en derininde, ben bu blogu sadece İK’cılar, yöneticiler, yeni mezunlar için yazmıyorum. Ben bu blogu babam için, babalar için yazıyorum.
Hönk? Ne alaka şimdi bu da nereden çıktı?
Çünkü biliyorum ki bizim neslin babalarının “iyi iş” anlayışı “yani ne kadar maaş veriyorlar?”ın cevabına göre şekilleniyor. “İşinden çok memnun olan arkadaşım” diye bahsettiğimiz kişinin memnun olma sebebini direkt “demek ki iyi para alıyor”a bağlayan babalarımızın bu davranışı aslında bakıldığı zaman pek çok haklı sebebe dayandırılabilir. Birincisi onların bizim yaşlarımızda olduğu zamanlarda imkanlar böyle yaygın değildi ve çok büyük çoğunluk oldukça zor ve maddi güçlüklerle dolu bir hayat yaşıyordu. Böyle olunca saadetin parayla geleceğine olan inanç yüksekti.
Diğer taraftan çoğunluğu memur çocuğu olarak büyüyüp kendileri de kamu görevlerine yerleşen anne ve babalarımız tekdüze olan ve insan mutluluğuna yönelik uygulamaların pek de yer almadığı çalışma hayatlarına sahiplerdi. Yani tek motivasyon araçları aybaşında ellerine geçen maaş oluyordu, çalışma ortamlarında da ekstra bir sıkıntı yoksa yeterli motivasyona sahip şekilde emekliliğe gün sayarak çalışmaya devam ediyorlardı.
İşte bu koşullarda çalışarak iş motivasyonunu parayla edinen X kuşağından ve bol bol da mutluluğu para dışındaki faktörlerde bulan Y kuşağından bahsediyorum. 1982-1994 yılları arasında doğan kişilerin çalışacakları kurumdan beklentilerinin öncelikli olarak kariyer gelişimleri olduğunu yazıyorum sık sık.
Sürekli “şimdiki gençler bir başka” diyen ebeveynlerimize neden başka olduğumuzu, iyi ve kötü yönlerimizi anlatmaya çalışıyorum. Evet mesela sık karar değiştiriyoruz, ama son kararımızı verdiğimizde de canımızı dişimize takıp o kararımızın arkasında duruyoruz.
Bunların yanında tüm dünyadan istatistikler vererek sadece bizim çocukların bi tuhaf olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum.
Ve en güzeli de, bu 5 ay boyunca en sıkı takipçilerimden olan babam artık Y’yi X’i biliyor, artık tepkilerimi, “iş hayatı”ndan ne anladığımı ne beklediğimi, parayla mutlu olmayacağımı, en çok önem verdiğimin kendimi geliştirebilmek olduğunu biliyor. 🙂
Yani, bu bloga başlamasaydım ölmezdim, ama başladığım bence iyi oldu… 🙂