Size Berlin’de 6 ay çalışarak hayatımın en güzel tecrübelerinden birini edinmeden önce, bu fırsatı yakalamak için ne badireler atlattığımdan bahsetmiş miydim? Üniversitedeyken en büyük hayallerimden biri, yurt dışına gidip bir şey yapmaktı. Ama 3 gece 4 gün gitmekten bahsetmiyorum. Hani şöyle bir gideyim de, başıma gelmeyen kalmasın, sonra bir bakayım zorluklarla baş edebiliyor muyum falan. Çünkü üniversiteyi ailenin yanında okumanın en şahane(!) tarafı, “acaba ben kendi ayaklarımın üzerinde durabilir miyim?” endişesidir. Bu yüzden mesela, Erasmus/Exchange eşsiz bir fırsattır. Öğrenciyken gittiğiniz o değişim programının faydaları saymakla bitmez.
- Muhtemelen konuşulan dili bile Wikipedia’ya bakarak öğreneceğiniz ülkelerde 4-5 ay geçirmek, beden dilinizi geliştirir.
- Dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerle bir arada bulunmak, farklı kültürlerden insanlarla anlaşabilme becerinizi geliştirir.
- Eğer Türkçe dilinde eğitim veren bir üniversiteden gitmişseniz, İngilizce’nizi geliştirir.
- Gitmişken yakınlardaki ülkelere ziyaretlerde bulunmanın en ucuz yolunu bulma çabası, harita kullanma ve yön bulma becerinizi geliştirir.
- Gezmeye gittiğiniz diğer ülkelerde ucuz/bedava konaklama seçeneği sunan couchsurfing, hostel gibi ortamlarda hiç tanımadığınız, doğduğu ülkeyi söylediğinde haritadaki yeri bilemeyeceğiniz kişilerle “kaynaşma” zorunluluğu, kısa sürede samimi ilişkiler kurma becerinizi geliştirir.
- Erasmus partilerinde sınırlarınızı zorlayıp içtikleriniz, alkole dayanıklılığınızı artırır.
- …
Ama her zaman herkesin Erasmus şansı olmuyor. Ya da benimki gibi, çıka çıka Avrupa’nın en pahalı şehri olan Oslo’ya Erasmus çıkıyor, onda da hibe alamadığınız için gidemiyorsunuz falan. Sonra “work & travel diye bir şey varmış, annemle babamı ikna etmek için şu danışmanlık firmasının tanıtım seminerine götüreyim de etkilensinler” diyorsunuz, onlar da “peki gidelim bakalım” diyorlar. Semineri veren “uzman”, “Çocuğunuzun her türlü sağlık sigortasını yapıyoruz. Kafası kopsa bile 5 kuruş ödemeden tedavi olabilecek!” diyor. O anda annenizin tansiyonu düşüyor, “ay nasıl yani? benim biricik çocuğumun kafasının kopma ihtimali mi var” diye fenalık geçiriyor, zor çıkarıyorsunuz salondan…Sonra üniversiteden mezun olunca ilk çalıştığınız yerde bir bakıyorsunuz; bütün yöneticiler ya yurt dışında okumuş ya da en az 6 ay yurt dışında bir yerde çalışmış. O zaman iyice sarıyorsunuz. Tamam ben İngiltere’ye gidip yüksek lisans yapacağım diyorsunuz. Okulu falan her şeyi seçiyorsunuz. Sonra bir sabah uyanıp bakıyorsunuz o da olmamış. O zaman diyorsunuz ki “iyisi mi ben yurt dışına gidip çalışayım”. O andan itibaren başlıyorsunuz her seçeneği araştırmaya, her uluslararası portalde CV oluşturmaya, ülkelerden ülke beğenmeye ve CV’leri ön yazıları yollamaya… Ve görüyorsunuz ki, en keyifli (!) aşamaya henüz gelmemişsiniz. Çünkü en çok eğleneceğiniz kısım, yurt dışında başvurduğunuz şirketlerle telefon mülakatları ve online mülakatlar olacak! Telefon zordur, zaten İngilizce konuşuyorken bir de karşıdaki kişiyi göremediğinizde derdini anlatmak, kendini ifade etmek daha da zor olabilir. Hele bir de siz tam bir arkadaşınızla buluşmuş İstiklal’de mantı yiyorken, adamın biri Hollanda’dan arayıp “seni neden işe alalım?” diye sorduğunda mantı tanecikleri boğaza teker teker dizilebilir… O yüzden online mülakat “bir tık” daha iyidir. Görüşme saatini önceden kararlaştırma şansınız olur, sürprizlerle karşılaşmazsınız. En azından beden dili vardır, Türk insanı el kol sever. (Evet el-kol konusunda bir İtalyan değiliz. Bunu dememin sebebini de bir İtalyan ile çalışma fırsatınız olduğunda anlayacaksınız.) Güler yüzlü olduğunuzu Skype’da gösterebilirsiniz, prezentıbıl olduğunuzu, Arap olmadığınızı, deveye binmediğinizi vs… Bu tür mülakatlar için birkaç ipucu: Ve en sevdiğim madde olarak, çok zorda kalırsanız, soruyu 5 kez “Can you repeat please?” diyerek tekrarlattıktan sonra hala anlamazsanız, heyecandan kendi dediğinizi kendiniz bile anlamamaya başladıysanız acil durum yöntemi: 6- Yanınızda önceden bulundurduğunuz Migros poşetini telefonun ahizesine bastırarak hışır hışır sesler çıkarın ve “oh no! sanırım teknik bir arıza var ses gitti” falan diyerek kapatın. Ardından kişilere email göndererek hattın kesildiğini, daha sonraki bir tarihte yine görüşmek istediğinizi yazın. Zaten bir “8. dünya” ülkesi olan Türkiye’de internet/telefon bağlantısının sorunsuz olmasını onlar da beklemiyordur.
Her mülakatın olumlu geçmeyeceğini unutmayın. Bir Türk olarak Türkiye’de iş bulmak bile yeterince zorken, tüm dünya halklarının rakibiniz olduğu bir ortamda, anadiliniz olmayan bir dilde yapacağınız mülakatların çoğunun olumsuz olması kulağa pek de mantıksız gelmiyordur sanırım. Ama her mülakat size bir şeyler katacak ve en sonunda istediğiniz işlerden birine kabul edileceksiniz. Bu süre her zaman çok kısa olmayacak belki. 8 ay boyunca, Hindistan’dan Brezilya’ya kadar geniş bir coğrafyada, toplamda 30’dan fazla online mülakat yapıp aralarından sadece iki şirketten iş teklifi alan biri olarak, hem de bu mülakat işlerinin kitabını yazmaya yeminli bir İK’cı olarak söylüyorum bunu. Pes etmeyin, vaz geçmeyin. Zira sonunda elinize geçen fırsat, belki de benimki gibi, hayatınızın en güzel “iyi ki”lerinden biri olacak. Dilini bilmediğiniz bir ülkede, yabancı bir ev arkadaşıyla yaşayıp, çok uluslu bir şirkette onlarca ülkeden gelen profesyonellerle çalışacak, 6 ayda 6 ülke gezecek, harika anılar ve dostluklar biriktirecek, CV’nizde etkileyici duracak bir tecrübe edinecek, en temeldeki amaca hizmet edecek kadar “başınıza bin türlü iş gelecek” ve siz de hepsinin üstesinden tek başınıza geleceksiniz… Kolay gelsin…
03 Mart 2015, 11:23
Hayat sürprizlerle ve güzelliklerle dolu iken yaşanılan zorluklarıda beraberinde getirir. Paylaşımınız için teşekkürler benim yaşadıklarımda çok farklı değildi doğrusu ama hiç keşke demedim…
03 Mart 2015, 23:43
2 yıllık master yerine 1 yıllık master tercih etmek kariyer açısından faydalı mı?