Youtube’da gezinirken İnsan Kaynakları hakkındaki şu videoya denk geldim ve beğendiğim için de paylaşmak istedim.
Monash University Business School İnsan Kaynakları bölümünün tanıtımı için çekilmiş olan bu video Okumaya devam et
Youtube’da gezinirken İnsan Kaynakları hakkındaki şu videoya denk geldim ve beğendiğim için de paylaşmak istedim.
Monash University Business School İnsan Kaynakları bölümünün tanıtımı için çekilmiş olan bu video Okumaya devam et →
Değerli okuyucularım, sizlerle az önce seyrettiğim bir videoyu paylaşmak istiyorum. İnsan Kaynakları’nın her zaman “sevilmeyen” departman olması her ne kadar üzücü olsa da bu şekilde mizahi bir tarafı olduğuna inananlardanım.
Video ne yazık ki İngilizce.
Özetle, İnsan Kaynakları’ndan birisi çalışanlardan birini İK ofisine davet ediyor “imzalamanız gereken bazı evraklar var” Okumaya devam et →
Boston Danışmanlık Grubu(BCG) ve Dünya İnsan Yönetimleri Birliği (WFPMA) tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre insan kaynakları uygulamaları çok başarılı olmayanlara göre bu uygulamaları başarılı olan şirketlerin gelir artışı 3.5 kat, kar marjıysa 2.1 kat daha fazla.
100’den fazla ülkeden 4200 yönetici ile yapılan araştırmanın sonuçlarına göre şirketlere kar getiren insan kaynakları uygulamaları arasında Okumaya devam et →
Sosyal medya hayatımızın böyle önemli bir parçası haline geldiğinden bu yana firmalar tüketicilerine karşı daha dikkatli olmak zorunda kalıyor. Memnuniyet çok fazla dile getirilmez ancak şikayetler Facebook iletilerinden ekşisözlük yorumlarına kadar pek çok yerde diğer potansiyel tüketicilere oldukça hızlı şekilde ulaşabiliyor. Bu yüzden hem ürün kalitesi hem de müşteriyle birebir iletişim Okumaya devam et →
Eski Yunan’da Aristo ve Eflatun ismindeki filozofların “Ayak takımının yönetimi de olur muymuş” şeklindeki yaklaşımlarından bu yana çok sular aktı, çok gelişmeler oldu. Bugün, bir kısmı özde değil sözde de olsa, birçok devletin yönetim şekli demokrasidir.
“Demokrasi iyi bir yönetim şekli değildir, sadece var olanlar arasında en iyisidir” söylevleri, “Demokrasi amaç değil araçtır” diyen müstakbel başbakanlar bir yana dursun, benim inandığım demokrasi tanımı bir toplulukta yer alan herkesin eşit derecede söz hakkına sahip olması durumudur. Okumaya devam et →
Wikipedia’ya göre sendika, çalışanların ortak hak ve çıkarlarını korumak, sorunlarını çözmek için kurulmuş, devlet, siyasi parti ve iktidar örgütlenmelerinden bağımsız örgütlerdir.
Türkiye’de sendikal hareketler 1960’lı yıllarda başladı ve aslına bakılırsa o günden bu yana oldukça radikal değişimler geçirdi. Özellikle sosyal diyalog konusunda oldukça olumlu gelişmeler oldu. O yıllarda sendikaların isteklerini iletebilmeleri için illa greve gitmeleri, çalışanların seslerini duyurabilmeleri için büyük risk alarak iş bırakma eylemi yapmaları gerekiyorken, bugün sendika temsilcileri ile işveren temsilcileri karşılıklı oturup çaylarını yudumlayarak taleplerin orta yolunu bulabiliyorlar.
Teknolojinin azizliğine uğrayıp gecenin bir yarısı akıllı telefonunuza gelen epostanın sesiyle mi uyanıyorsunuz? Akşam mesai bitiminde ofisten bir türlü çıkamadığınız için çocuğunuzu okuldan almaya bu hafta da mı gidemediniz? “İş hayatı ile özel hayat dengesi kuramıyorum, yakamdan düşmüyorlar” diyerek şirketinize mi veryansın ediyorsunuz?
Hayat beklentilerinizi karşılamıyorsa beklentilerinizi gözden geçirmeye ne dersiniz?
Özel hayat ile iş hayatı arasında denge kurma çabası ve keskin sınırlar çizme telaşı bu şartlar altında ne yazık ki pek mümkün görünmüyor. Özellikle, evindeyken çalışan, ofisteyken sosyalleşen Y kuşağı da işin içine girince “normal”lerimiz değişime uğradı.
Her zaman şirketler çalışanlarına esneklik tanımalı, hem fiziksel hem psikolojik olarak sınırları mümkün olduğunca kaldırmalı fikrini savunmuşumdur. Evden çalışma imkanı, ofiste sosyal paylaşım sitelerine giriş izni gibi esneklikler bence çalışanlardan çok daha yüksek verim alınmasını sağlayan, üzerine bir de çalışan bağlılığına katkı sağlayan uygulamalardandır. Öte yandan, çalışanların lehine olan uygulamaları desteklediğim gibi, şirketlerin lehine olanları da eşit ölçüde desteklemek gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin, çalışanlar ofisteyken arkadaşı aradığında telefonuna cevap verebiliyorsa; haftasonu bir arkadaşıyla oturmuş kahve içiyorken yöneticisinden gelen aramayı görmezden gelmemeli. Başka bir deyişle, iş hayatı ile özel hayat arasında keskin sınırlar oluşturmaya artık çabalamayalım, nasıl daha dengeli bir entegrasyon sağlayabiliriz diye düşünelim. Hem kişisel hedefleri hem iş hedeflerini göz önünde bulundurarak iş – ev entegrasyonu yaratalım.
Forbes blog yazarlarından Ron Askenas’ın bahsettiği bir araştırmaya göre, iş planını, yani ne zaman nasıl çalışacağını kendisi belirleyen çalışanlar daha verimli iş sonuçları çıkarıyor.
ABD’de yapılan İş-Özel Hayat Entegrasyonu konulu ankete göreyse en yüksek puanı alan şirketlerden ikisi Linkedin ve Mitre.
Özetle, uzaktan gözlemleyerek belirli sınırlar çerçevesinde sağlanan esneklikler hem yöneticilerin hem de yönetilenlerin daha mutlu çalışanlar, daha da önemlisi daha mutlu bireyler olmasını sağlayacak gerekli koşullardandır diye düşünüyorum.
Bence iş dünyasında yer alanları ikiye ayırabiliriz: İnsan Kaynakları çalışanları ve İnsan Kaynakları çalışanlarından nefret edenler. 🙂
İçerden bakılınca İK, kurumlarının en iyi olmasını sağlayacak çalışanların mutluluğu ve refahı, daha rahat bir çalışma ortamı gibi koşulları sağlamak için oradadırlar ve bunun için ellerinden gelenin en iyisini yaparlar. Dışarıdan bakılınca ise İK, kurumlarındaki işleri yavaşlatan gereksiz prosedürlerle uğraşan, çalışanların rahatını bozmak için yersiz kurallar koyan ve “suratsız”, “gıcık” kişilerdir.
Elbette İK’cı olup da idealistik biçimde en ulvi amacı çalışan mutluluğu sağlamak olmayan kişiler var olduğu gibi İK’cıların “o kadar da kötü olmadığını” düşünen dışarıdan gözler de vardır, ancak genel anlamda böyle bir kutuplaşmadan söz etmek mümkündür. Ben de bir çekirge sosyolog olduğumdan genelleme kokusu duydum mu genellemeler yapmadan duramam. 🙂
Kendi işim diye demiyorum, ama İK’cılar o kadar da kötü insanlar değil. “Bİ TANISANIZ SİZ DE SEVERSİNİZ”. 🙂
İnsan Kaynakları Kafası olarak adlandırdığım aşağıdaki infografik de İK’cıların aklından geçenleri anlamamıza yardımcı olur belki diye düşünüyorum. Cicili bicili giyinip kocaman kolyeler takan İK’cılarımız bakalım gerçekten sürekli “Bugün kimin ayağını kaydırsam” diye mi düşünüyormuş…
“Neden çalışıyorsun?” sorusuna çoğumuz farklı cevaplar veririz ve bizim için birden farklı sebep varsa da önem derecelerini farklı şekilde ağırlıklandırırız. Çünkü hepimizin tecrübeleri, hayalleri ve hayattan beklentileri apayrıdır. Buna rağmen, tüm dünyadaki çalışanları kapsayan bir araştırma yapacak olsak ortak karara varabilen çoğunluğun cevabı “para” olacaktır diye düşünüyorum.
Yazının devamına ve infografik görseline ulaşmak için: infopik.com
Boston Danışmanlık Grubu(BCG) ve Dünya İnsan Yönetimleri Birliği (WFPMA) tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre İK uygulamaları çok başarılı olmayanlara göre bu uygulamaları başarılı olan şirketlerin gelir artışı 3.5 kat, kar marjıysa 2.1 kat daha fazla.
100’den fazla ülkeden 4200 yönetici ile yapılan araştırmanın sonuçlarına göre şirketlere kar getiren İK uygulamaları arasında çalışanlara sağlanan kariyer planlama ve yan haklara verilen önem de yer alıyor.
Bunun yanında yüksek not alan şirketlerin performans yönetim sistemlerinde ve ödüllendirmelerde şeffaflık ilkesi uygulanıyor. Tüm çalışanlar hangi davranışa nasıl bir ödül ve motivasyon sistemi uygulanacağını biliyor, çalışanlar arasında eşitlik ve adalet sağlanıyor.
Özetle, İnsan Kaynakları departmanı şirkete direkt kar sağlamadığı için yönetim tarafından yeterince önem verilmediği bahanesi artık kullanılamayacak, çünkü bu araştırmayla şirkete sağlanacak kar istatistiksel verilerle de ortaya konuluyor.
Konuyla ilgili daha detaylı bilgiye HRMagazine‘den ulaşılabilir.
Kariyer.net dergisinin Ağustos sayısındaki Mehmet Erkan‘ın kaleme aldığı İşyerinde Çatışma konulu yazı oldukça önemli bir soruna değiniyor. Sayın Erkan’a göre, çatışma konusunda iki farklı fikir var; “birbiriyle çatışan”. Tesadüf mü? Bence değil. Çünkü bence çatışma insanın varlık gösterdiği her yerde karşımıza çıkar. Daha 2 yaşındayken arkadaşla oyuncak çatışması başlar, 5 yaşındayken yeni gelen kardeşle çatışılır, ilkokulda sınıf arkadaşlarıyla, eğitim hayatının geri kalanında aile tarafından “Bak Ayşe Hanım’ların kızı da okul birincisiymiş maaşallah pek de güzel” kıyaslamasıyla, çalışma hayatında rakiplerle ve yöneticilerle, evlilikte eşle ve akrabalarla sürekli çatışma halindeyiz, bazen açıkça, bazense gizliden gizliye. Okumaya devam et →
Dün İK’cı olmayan bir arkadaşımla İnsan Kaynakları’nın geleceğini ve varlık sebebini tartışırken “Neyse zaten yakında kaynak insan olmayacak, her şeyi robotlar yapacak” noktasına vardığımızda sohbetimiz son buldu. Teknoloji ne zaman insan gerektirmeyecek kadar gelişir bilemiyorum ancak bizim nesil göremez diye tahmin ediyorum, bilmem belki de bunu umuyorum bir İnsan Kaynaklarcı olarak. Zira hayatımı sürdürme içgüdüsüyle de olsa gerek, yapmaktan bu kadar keyif aldığım kendi iş dalımın ortadan kalkması pek de istediğim bir durum olmaz.
Tecca.com‘un teknoloji yazarlarından Shawn Schuster bu hafta tam da bu konuyla ilgili bir yazı yayınlamış. Schuster’a göre robotlar neredeyse tüm işdallarını işgal ettikten sonra da varlığını sürdürebilecek olan 8 meslek var: Okumaya devam et →